KENDİNİ SEVMEK -3
21.06.2010 12:02
Kendini seven, mutluluğu bir başka yerde, bir başka zamanda meselâ gelecekti aramaz. O zaten kendini sevmekle en büyük mutluğu yakalamıştır. Mutluluk, gelecekte değil, şu andadır. Sevgi de öyle, o da şu an varsa vardır, yoksa yoktur. Bir farkla ki sevgiyi geleceğe taşımak mümkün, ama şu an yoksa gelecekte sevgi aramak boşunadır. Şu an kendini ya seviyorsundur, ya da sevmiyorsundur. Mutluluk... Şu an ya mutlusun, ya da değilsin...
Geleceğe bırakılan veya gelecekten beklenen mutluluk, mutluluk değildir. O sadece ve sadece arzudur. Arzu ise sevgi ile bağdaşmaz. Arzunun olduğu yerde sevgi, sevginin olduğu yerde arzu barınamaz; gece ile gündüz gibi. Biri gelir, öbürü çekip gider.
Mutluluk arzu etmekle kazanılmaz. Arzular sayısızdır, ancak mutluluk tektir. O da şu anda ya vardır, ya da yoktur. Arzu bedenin istekleridir. Bedenin isteklerini yerine getirmek bir doyumdur. Ama her doyum noktasından sonra bir başkasına doğru arzu duyulur. Arzular arttıkça, beklentiler de çoğalır. Bu yüzden kendini seven, bulunduğu ânı yaşama ve onunla mutlu olmayı yeğler, şükretmeyi bilir.
Şükretmek, “Beklentilerim bu kadardı, el ettim; benden yana artık tamam.” demek değildir. Elde ettiğini değerlendirmek, elde ederken harcadıkları ile çektiği zahmetlerin muhasebesini yapıp veren elin ne kadar cömert olduğunu içinde bütün varlığıyla duymaktır.
Ben burada gelişmelerden, ilerlemelerden, bilimin verilerini uygulamaktan söz etmiyorum. Onlar elbette, birbirlerine zincirleme gelişmelerle bağlıdır. Bu yüzden insan, hep yeni şeyler öğrenme, arayıp bulma ve ortaya koyma peşinde olacaktır. Benim burada söylediğim, kişinin kendini sevmesidir.
Edison ampulün icadıyla uğraşırken sayısız deney yapmış. Pek çok kere başarısız olmuş. Yardımcısı artık bu işten bıkmış ve ümidini kesmiş vaziyette. Yeni bir denemede bulunmuşlar. Yine sonuç başarısızlık. Yardımcısı “Üstat yine başarısız olduk, biz bunu başaramayacağız. Bırakalım artık...” demiş. Ama Edison, “Hayır evlat. Ampulün icat edilemeyen bininci yolu keşfettik.” diye çıkışmış. Bu işin kendileri için bir kazanç olduğunu vurgulamak istemiş. Başarısızlık bile olsa, o yolun başarısızlığa gittiğini öğrenmiş olmak, insana çok şeyler verir. Ve bunun şükrünü yaşamak... Bir daha aynı şeyi yapmamak için bu yolun yanlışlığını deneyim ile kazanmak... Bu da insanın kendini sevmesi demektir ve o sayede mümkün olur. Söylemek istediğim, olumsuzlukları bile kendisi için olumlu yapabilmek... Dövünmek, yerinmek değil, kendini sevmek... Kişi kendini sevdikçe bu araştırma ve geliştirmeleri, kolaylıkla becerebilecektir. Ama araştırma ve geliştirme peşinde koşan kişi eğer kendini sevmeyi bilmiyorsa buluşları, ortaya koyuşları onu mutlu etmeyecek, karamsarlığa itecektir. Hatta bu verileri kötü yollarda kullanacak, binlerce belki de milyonlarca insanın heba olmasına sebep olacaktır.
Onun için insanın kendini sevmesi şart. Bu söylediğim, egoistlik (=bencillik) veya narsizm (=kendine tutkunluk) değil... Onlardan çok uzak. Gurura kapılmadan, kendine değer verebilme. Kendinin bir değer olduğunu kabul edebilme. Ama makrokozmoz (=ulu evren / cümle yaratılmışlar)’da bir hiç, fakat mikrokozmoz (=en küçük evren / kişisel çap)’da yüceler yücesi bir değer, bir yüce varlık... İnsan.
Yavuz Sultan Selim Han, ölüm döşeğindedir... Saray hekimbaşı Hasan Can olayın farkındadır. Hünkâr ölmek üzere... Artık yapılacak bir şey yok... Bunu lisanıhâl ile ulu hakana ifade etmek gerekir, diye düşünür:
“- Yüce hünkârım, Hak ile beraber olma vakti yaklaştı. Hazır olmalıyız...”
Padişah, nefesinin olanca gücü ile karşılık verir:
“- Ya Hasan Can, sen bizim imdiye dek kiminle beraber olduğumuzu sanıyordun?”
İşte kendini sevmek bu, bunun idraki...
Yaşar ÇAĞBAYIR
———
Geri