NİHAYET ÖTÜKEN TÜRKÇE SÖZLÜK
21.06.2010 11:39
Geçen yıl (2006) bugünlerde, bu sayfalarda “Bir sözlüğün hikâyesi”nden söz etmiştim. Öğretmenliğe başladığım yıllardan beri yaptığım çalışmaları özetlemiştim. Şimdi o yazımdan bir yıl geçti. Ve o sözlük basıldı, gün ışığına çıktı. Bizzat bilgisayar başında çalıştığım yıllarda bitmeyecekmiş gibi görünen o sözlük nihayet okuyucunun eline sunulabilecek hâle geldi. Bilgisayar ortamına aktarırken hep uçsuz bucaksız ve ucu bir türlü görünmeyen bir tünelin içindeymiş gibi hissediyordum kendimi. Ve bir taraftan da etrafımla ilişkilerimi en az düzeye indirmiş, ne oluyor ne gidiyor diye olaylara az veya çok bir ilgi bile duymuyordum. Ve ben ilgi duysam da duymasam da nasıl Büyük Menderes kendi yatağında akıp gitti ise, olaylar da benim dışımda akıp gitti. Olaylar kendi yoluna gitti, ben de kendi işime baktım. Ve sonunda bahsettiğim gibi Orhun Kitabelerinden Bugüne Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı olan Ötüken Türkçe Sözlük’ü bitirdim.
İş yazmakla kalmıyor. Bu çalışmanın kitap hâline gelmesi gerekiyordu. Önce yayımcı bulmak gerekti. O da sözlük çalışması kadar uzun sürmedi amma epey yorucu oldu. Önce sözlüğü tanıtan bir broşür hazırladım. Sözlüğün özellikleri, kimlere hitabettiği, örnek sayfalar, harf harf kelime sayısı dökümü ve özgeçmişim gibi konuları kapsayan bu broşürden elli-altmış kadar çoğalttım. Güzel bir spiral cilt geçirttikten sonra, genel ağdan tespit ettiğim yayıncılara birer birer kargo ile gönderdim. Önceleri acemilik ettim. Ben patronlara gönderilen bu türlü postaların hemen ulaşabileceğini sanıyordum. Ama ne yazık ki çoğu umduğum gibi olmadı. Birkaç tanesinden telefon veya elektronik posta yoluyla cevap geldi. Bu sefer diğerlerini ya telefonla ya da elektronik mektupla aradım. Gönderdiğim broşürlerden söz ettim. Ellerine geçmediğini veya hatırlamadıklarını ifade ettiler. Tekrar göndereceğimi söyledim. Bu sefer aynı broşürlerden yine yirmi beş - otuz kadar daha hazırladım. Kargo ile tekrar aynı adreslere gönderdim. Bu sefer iki gün sonra kargo gönderi numarasından takip ettim, kimin teslim aldığını tespit ettim. Not aldım. Ardından telefon ederek bizzat teslim alan kişi ile konuştum. Gönderiyi ne yaptığını sordum, kimileri gene nereye koyduğunu ne yaptığını bilemediğini ifade ettiler. Patronlarının isimlerini alıp telefonda bu sefer, kendisine böyle bir kargo göndermiş olduğumu, teslim alan kişiyi, teslim tarih ve saatini kendisine bildirdim. Cevap beklediğimi ilave ettim. Böylece kaç yayıncıya gönderdim ise hepsi ile bire bir görüştüm konuştum. İlgileneceklerini söyleyenlerle bizzat yüz yüze görüşmek üzere yola çıktım. Önce Ankara’dan başladım. Ankara’da görüştüğüm yayıncılar ya yayın ilkelerine ters geldiğini ya da mali külfetinin altından kalkamayacaklarını beyan ettiler. Ve arkasından bir sürü olumsuzluklar sıralayarak beni bekleyen tehlikelerden söz ettiler. Daha doğrusu ümidimi kaybetmedim amma biraz karamsar olarak ver elini İstanbul, dedim. İstanbul’da önce en isteksiz davranan mırın kırın edenlerle görüştüm. Kimileri inceleme işinin iki yılı bulabileceğini, gerekli düzeltme ve benzeri işlemler için bir yıl daha ekleyerek üç-dört yılın yolunu gösteriyorlardı.
Hatta birisi, kaynaklarda kendi yayınlarından eserlerin bulunmadığını söyleyerek sitemde de bulundu. Kendilerine yayınevini yeni kurduklarını, oysa benim bu çalışmalarımın yıllar öncesine sarktığını, özellikle bilgisayar ortamına aktarmaya başladığım 1997’den sonra çok zorunlu olmayan yayınlara el atamadığımı ifade ettim. Nihayet bir tanesi (Ötüken) eskiden beri sahip çıkmış olduğu için onu çantada keklik bilerek diğer üç tanesi ile nerede ise anlaşma noktasına varmış gibiyken, hatta teklif ettikleri telif ücreti çok iyi iken bende güven uyandırmadıkları için CD’yi teslim etmekten vazgeçtim. Kendilerinden düşünme payı isteyip ayrıldım. Daha sonra da telefon edip vazgeçtiğimi, başka biri ile anlaştığımı söyledim. Hatta telif payını artıranlar da oldu. Ama yine de olumsuz görüş bildirdim. Böylece bir yerde Söke’den göndermiş olduğum postalara kayıtsız kalmalarının öcünü almış oluyordum, onlardan. Ne yaparsın insanda biraz da kendisine edilenin cezasını çektirme duygusu var. Ben de böylece kendimi tatmin etmiş oldum.
Ötüken’e gelince. Birkaç yıl önce, Erol Kılınç’a uğrayarak sözlüğü bitirmek üzere olduğumu söylemiştim. Heyecanla karşılamıştı. Bitirdiğim an, getirmemi istemişti. Hatta birkaç kez de telefon ederek, çalışmanın ne âlemde olduğunu sormuştu. Yani o da dört gözle bekliyordu.
Madem Ötüken, sözlüğün bitmesini bekliyordu da neden diğer yayıncılarla vakit geçirdim? Evet, hemen bu soru gelir insanın aklına. Müşteri hazırken neye böyle yollara başvurularak, zaman ve para harcanır. İşte bu çok önemli. Önce malın, piyasada nasıl karşılanacağını bilmeliydim. İkinci olarak, onların kulağına, böyle bir sözlüğün piyasaya çıkmak üzere olduğu duyumunu yerleştirmek. Yani biraz da Ötüken’e reklâm için yardımda bulunmak. Ne olsa bunlar, Ötüken Sözlük çıktı dendiğinde, ne biçim şeymiş bu diye bir takım satın alacaklar. Belki de olsa rakip firma olduğu için olumsuzlayacaklar. Varsın olsun. Ama ileride mutlaka bu sözlüğe ihtiyaç duyacaklardır.
İşte Ötüken öncesi turlarımda ben bunu sağladım.
Ötüken’in kapısını Haziran içinde çaldığımda, Erol Kılınç’a CD’yi teslim ettim. Sözleşme şartlarını kendilerine en uygun gelecek şekilde düzenlemelerini söyledim. Erol Kılınç’ın benden istediği şey şu oldu: Sözlüğe Ötüken ismini verebilmek. Bence hiçbir mahzuru yoktu. Zaten Ötüken denilen eski yurttan Anadolu dediğimiz yeni yurdumuza uzanan bir tarihî alanı kapsamaktaydı. Ama bu sözlük Türkiye Türkçesinin sözlüğü olduğu için Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı ifadesinin mutlak yer almasını istedim.
Kendilerinden bir şeyi daha rica ettim. Ben Osmanlı Türkçesi kelimeleri (eski yazı) yazarken imla hatası yapmış olabilirim, bunların bir uzman tarafından kontrol edilmesi, bir diğerinin de öteki yazım yanlışlarını artık göremiyorum, hem zihnen hem de göz olarak yoruldum, bu sebeple baştan sona okunarak imla hatalarının düzeltilmesi gerekmektedir, dedim. Bunları yapacağı ve yaptıracağı sözünü verdi.
Eylül 2006 içinde başlanan düzeltme işleri Mart 2007 sonuna kadar sürdü. Hemen her akşam olmasa da iki üç günde bir, bir iki sayfa düzeltme metni geliyordu elektronik postadan. Gözden geçiriyor, uygun bulduklarını olumluyor, değilse değiştirilmemesi gerektiğini belirtip geri gönderiyordum. Bu kış da böylece sözlük çalışması ile geçti.
Osmanlıca kelimelerin kontrolünü Devlet Arşivlerinde görevli uzman arkadaşlardan İskender Türe yaptı. Edindiğim bilgilere göre kendisi hem Farsçayı, hem de Arapçayı çok mükemmel biliyor. İngilizceye de vakıf. Çok titiz bir şekilde gözden geçirdi, düzeltmeler yaptı. Ancak bir konuda epey yazışmamız oldu, sonradan anlaştık. Şöyle ki: Sözlük eski Anadolu Türkçesi kelimelerini de içeriyor. Bu kelimelerin Arap asıllı eski Türk alfabesi ile yazılışı son dönem Osmanlı imlasından farklılık arzediyor. Onun itirazları bunlara idi. Sonradan çözüm yolunu bulduk. Bunların yanına son dönem imlasıyla yazılışını da ekleyerek, her iki imlayı da göstermiş olduk. Çünkü eski Anadolu Türkçesi dönemine ilişkin bir metni çözmeye çalışan bir üniversite öğrencisi karşılaştırma yaptığında şaşırabilirdi. Bu yöntemle her iki imlayı da görecek ve böyle de yazılabiliyormuş diye görgü ve bilgisini de artırmış olacaktı. Daha sonra Prof. Dr. Yavuz Akpınar Hocanın tavsiyesi ile sözlüğün sonuna Osmanlı Türkçesi kelimelerin bir indeksinin konulmasının iyi olacağı görüşü ortaya atıldı. Bunu da İskender Bey gayet güzel bir şekilde halletti. Erol Kılınç, ise altı bin sayfalık eseri baştan sona okuyarak yazım hatalarını düzeltti. Oldukça büyük sabır sahibiymiş, kendisini takdir ediyor ve saygı duyuyorum.
Ve nihayet, yine benim doğum günüm olan 3 Mayıs 2007’de Ötüken Türkçe Sözlük piyasaya çıktı.
Yukarıda sözünü ettiğim uzman İskender Türe aynı zamanda sözlüğün dizgi ve tertibini de üstlendi. Sözlüğün basımını üstlenen Erol Kılınç başta olmak üzere Ötüken Neşriyat’ın asıl sahibi olan ortakların her birine ayrı ayrı minnet duyuyorum.
Kapak tasarımını yapan grataNONgrata şirketinin grafikerlerine, baskıyı gerçekleştiren Şenyıldız Matbaası ve cildini yapan Yedigün Mücellithanesi çalışanlarına çok çok teşekkür ediyorum.
Dolayısıyla bu eserde emeği olan herkese minnet borçluyum. Fakat dahası, “beni okumak için köyümden çarıkla çıkıp ütülü pantolon, kolalı yaka ve kravatla dönmemi sağlayan rahmetli babama, bağrına taş basarak acısını içine gömerek yabana uğurlayan anama, bu eserin otuz beş yıldır kahrını çeken hayat arkadaşıma…” binlerce minnet borçluyum.
———
Geri